İnsanların “fazlasıyla gerçek” dünyasına ilişkin olgular, hayvanlar âlemi için mucizevî ışıltılar”dır bize göre. Bununla birlikte hayvanlarla ilgili sıradanlıkları biz insanların da yaşadığını gördüğümüzde irkilmemiz gerekmez miydi? Zira aynı önermeden hareketle süflî, yani hayvanî davranışların bizi alçaltması beklenir.
Öyle veya böyle, biraz daha dikkatle baktığımızda aynı âlemin varlıkları olduğumuzu anlıyoruz. En azından onlarla bir ortak paydada birleştiğimizi kabul etmek zorundayız: nefsimiz ya da hayvanîliğimiz.
Bir de şöyle fark var ki, biz insanî özelliklerimizle Tanrı’ya yaklaşıyoruz, hayvanîliğimizle kendi cinsimize; onlarsa salt hayvanî özellikleriyle Tanrı’ya yaklaşıyorlar. Akıl, nasıl bize bahşedilmişse, içgüdü de onlara bahşedilmiş kutsal bir vergi.
***
• Fil üreme dönemlerinde öyle hırçın ve saldırgan olur ki, Asya’da fil sahipleri bu dönemde fillerini tenha biryerlerde bağlı tutup onların yanına yaklaşmazlar. Şehvet dizginlenmezse tehlikelidir.
• Kelebeğin her türünde görülen bütün o güzel renkler, göz alıcılık, albeni, dikkat çekicilik tamamen üremek içindir. Hayvan bununla da yetinmez, kendisine eş bulmak için özel bir koku salgılar. Kısacık ömrünü beslenmek gibi fuzulî (!) işlerle harcamaz, çok değerli olan vaktini üremeye ayırır. Tabiî bütün bu dikkat çekici özelliklerle başka bir hayvanın gözüne çarpıp av olmazsa. Belki de, o çirkin tırtılın gidip yerine tamamen farklı ve dehşetli güzel kelebeğin gelmesinin bir diyetidir, bu kısacık ömür. “Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı...”
• Samur, kurbanlarını yalnızca aç olduğunda değil, çoğunlukla sırf “öldürmek için” öldürür ve yemeden çekip gider. Acaba öldürmek, bazı hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da içgüdüsel midir? Zira bazı ölümleri hiçbir gerçekçi sebeple açıklayamıyoruz.
• Suda avlanan balıkçıl, kanatlarını başının üzerinde tutarak su yüzeyine gölge düşürür. Su hayvanları bu gölgeliğe sığınırlar ve bunu canlarıyla öderler. Ne kötü bir sığınak! Başımızı sokabileceğimiz güvenli bir yuva ihtiyacı hepimizin sıkıntısıdır. Güvendiğimiz dağlara kar yağdığını görmek de öyle.
• Erkek örümcek dişisiyle çiftleştikten sonra hızla kaçmaya bakar. Aksi halde dişi, bitkin düşen erkeğini yiyebilir. Zevk tuzağına düşüp gafil avlanmamak gerek.
• Leşlerle beslenen akbaba o kadar oburdur ki, yiyeceğini yedikten sonra uçamayacak kadar karnını doldurur. Yükseklerden kemikleri yere atıp kırarak içindeki ilikleri bile yer. Hayvanın bu beslenme özelliği hiç “insanca” olmadığından hoş karşılanmaz belki ama onun insana faydalı olduğu gerçeğini de değiştirmez bu durum. Zira o olmasaydı çürüyen leşler ciddi birer hastalık yuvası haline gelirdi. Çok az hayvanda görülen bir başka özelliği ise gagasına aldığı bir taşla, yani bir “araç” kullanarak, diğer kuşların yumurtalarını kırıp yer. İşte bu gerçekten “insanca”dır.
• Filbalığı, dipteki tortular arasında yiyecek bulmak amacıyla ürettiği zayıf elektrik akımıyla kumu karıştırır. Şu dünyada haysiyetli bir şekilde çalışıp çabalayıp ekmeğini kazanmak ne kadar zor!
• İnsanlar için olduğu gibi, hayvanlar için de şarkılar söylemek, nağmeler mırıldanmak çoğunlukla aşk ilişkisinin güzel bir temsili sayılır. Erkek ağustosböceği de, kimi zaman tahammül edilmez boyutlara ulaşan aşk şarkılarını, bu yetiye sahip olmayan dişisine adayıp onu aşka çağırır. Anlayışlı olmak, yerin altında yıllarca süren münzevi yaşantısından sonra geriye kalan birkaç haftalık ömründe yerin üstüne çıkan ağustosböceğine bu azgınlığı çok görmemek gerek.
• Bazı timsahlar yumurtalarını kumda açtıkları çukurlara gömer. Yavrular, yumurtadan çıkma zamanı geldiğinde viyaklamaya başlar. Timsah bu sese kulak verip yuvayı açar. Daha iyi yaşamak için bazan sesimizi yükseltmemiz gerekir. Ağlamayana meme vermezler.
• Güvercin, yavrularını, memeli olmadığı halde sütle beslediği bilinen tek canlıdır. Üstelik bunu hem erkeği, hem de dişisi yapar. Yavrusunu “kuş sütü” ile beslemek gerçekten de bir ihtimam göstergesi sayılmaz mı?..
• La Fontaine’in bize anlattığının aksine kargalar, en zeki kuş türlerinden biridir. Çirkinliklerine bakıp göz ardı ettiğimiz bu hayvanlar, biraz eğitilirlerse konuşabilirler bile. Devrilebilecek bir ağaca asla yuva yapmazlar. Yaşlıları, buna teşebbüs eden genç çiftlerin yuvasını dağıtır. Yaş, her zaman bilgi ve erdem getirmese de muhakkak tecrübe getirir. Bunların tümü, zekâsını kullanmayı bilenlere daha da yaraşır.
• Bukalemunlar, renk değiştirmek gibi bir doğal kamuflaj tekniği ve savunma mekanizmasına sahiptir. Farklı aydınlanma ve ısı koşullarıyla farklı duygusal koşullarda, farklı renklere bürünürler. Yani gerekli bütün kıyafetlerini yanlarında taşırlar, üstelik valiz sıkıntısı olmaksızın. Bukalemunların bir diğer ilginç özelliği, “pabuç kadar dilleri” vardır (gövdelerinden biraz uzunca).
• Bir savunma mekanizması olarak kamuflaj tekniği ilginç bir diğer hayvan da yengeçtir. Şu farkla ki, bukalemundaki bu özellik doğal iken yengecinki tamamen yapaydır: kıskacıyla kestiği yosunları sırtına yerleştirir. Ancak akıllı bir canlıya özgü olabilecek kadar olağanüstü!
• Bir arının başını gövdesinden ayırırsanız, her iki parçanın da uzunca bir süre daha birbirinden bağımsız olarak hareket ettiğini göreceksiniz. “Can” dediğimiz şey, her hâlükârda bedenden ayrı birşeydir.
• Pisibalıklarının da, pekçok hayvan gibi, iki gözü vardır. Ancak gözlerinin ikisi de başlarının sağ yanında yer alır. Eşitlik mefhumunu maddî unsurlarla nitelediğimizde şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşabiliriz.
• Sincap, en büyük düşmanları olan yırtıcı kuşların sesini duyduğunda, dikkat çekmeyip tehlikeyi bertaraf etmek için olduğu yerde taş kesilir. Bazan kötülükleri sükûnetle savuşturmak gerekir.
• Kertenkeleler kendilerini kovalayan düşmanlarını aldatmak için kaçarken kuyruklarını koparır. Gerçi sonradan telafi edebilsek de, başımız sıkıştığında sevdiğimiz şeylerden fedakârlık etmek zorunda kalabiliyoruz.
• Afrika’da yaşayan ve büyük sürüler halinde dolaşan bir karınca cinsi olan göçmen karıncalar, yakaladıkları takdirde bir timsahı veya aslanı dahi silip süpürebilir. Korkutucu olan düşmanın büyüklüğü değil gücüdür. Gözle görülemeyen düşmana “kral” bile boyun eğebiliyor.
• Çamurlu suda tembel tembel yatan suaygırının o cüssesine rağmen iyi bir yüzücü ve dalıcı olduğuna inanmak güçtür. Ayrıca bu mülayim hayvan, kızdırıldığında güçlü olduğu kadar çok hızlı ve inatçı bir hayvana dönüşebilir. Hiç umulmadık insanların çok şaşırtıcı kişilikleri havi olduklarını farkettiğimizde de aynı ölçüde şaşırmıyor muyuz?..
• Sığırcık âdî bir kuş türüdür. O kadar çirkindir ve o kadar çoğalır ki, bu durum onu değersizleştirir. Ama bu kuş öbür kuşlarla diğer hayvanların sesini taklit edebilir. Öter, şakır, hırıldar, çıtırdar, ıslık çalar. Çok sıradan olanlar, en özel olanlar karşısında marifet ve yeteneklerini gösterince şaşırıp kalırız.
• Akrebin hamilelik süresi on sekiz aydır. Yani ömrünün yarısından çoğu (yavrusuna ömrünü adamak bu olsa gerek). Erkeği çiftleşirken iğnesini dişisine batırır; bu dişiyi öldürmez, sakinleştirir.
• Aslan ormanın seks makinesidir. Günde yüz küsur defa dişisiyle çiftleşebilir. Acaba bunun için mi ona “kral” derler?
• Kaplumbağa, ulaşamasam da yolunda ölürüm, diyor. Kendisine yuva yapmak, o yuvayı kaybedince arayıp bulmak, oraya vaktinde dönmek derdi yok. O gittiği yere yuvasını da beraberinde götürüyor. Biraz yavaş gidiyor ama olsun.. Her meşakkatin bir ödülü, her lüksün bir maliyeti vardır.
• Yılan zehrinin panzehiri de yine yılanda, yani o zehrin saklı olduğu vücuttadır. O güzel derinin, göz alıcı pırıltının altında tehlike boylu boyunca uzanıyor.
• Kurbağa, derisi vasıtasıyla sıvı ihtiyacını giderebilir, yani “derisiyle su içer”. Öyle ki, ıslak bir kâğıt havluyu kurutabilir.
• Pire, on dokuz metre yükseğe ve uzunluğunun iki yüz misli uzağa sıçrayabilir. Buna göre, insan bu melekeye sahip olsaydı, otuz beş katlı bir binanın üzerinden atlayabilirdi. Fiziksel özelliklerimizi ve yatkınlıklarımızı meziyete dönüştürmek kendi elimizde.
• Tavus kuşunu güzel ve azametli gösteren olağanüstü tüyleridir. Yoksa sesinden ayaklarına kadar, baştan aşağı çirkinlik abidesi bir yaratığa kim değer verirdi?.. Doğrusu şu ki, kostüm ve kıyafetlerimizin, uyandırdığımız intibâda önemli payı vardır.
• Şahin avını gözüne kestirir ve dalışa geçer. Sahip olduğu müthiş sürat manevra kabiliyetini azaltacağından, avını ıskalaması şahinin sonu demektir. “İleri görüşlülük” herhalde hiçbir canlı için bu kadar hayatî olamaz.
• Sivrisinek sokarken aynı zamanda uyuşturur. O kanımızı emerken, mikrop bulaştırırken ruhunuz bile duymaz. Demek ki kötülük, kendisini hissettirmeden size sokulabiliyor. Ve sizden birşeyler alıp götürüşlerini siz umursamıyorsunuz bile belki. Onlarınki tam asalaklara göre bir yaşantı!.. Canınızı yakmayan her şey iyi değildir.
• Kimi bitkiler hayvan davranışı gösterir: et yiyenler gibi. Kimi hayvanlar da bitki davranışı gösterir: mercanlar gibi. Denizejderi ise, vücudunda “yapraklı dalları” olan, denizatına benzer ilginç bir canlıdır. Gerçek şu ki, doğal ortamında hiçbir canlı yabancılaşma yaşamaz. İnsan denilen canlıların pekçoğu yabancılaşmanın içinde büyüyor.
• Erkek su antilobu yaşadığı bölgeye o kadar bağlıdır ki, kendi toprağı için, iki buçuk kilometrekarelik bir alan içinde bütün yabancılara karşı kıyasıya mücadele eder. Bu durum, kendinden güçlü hayvanların dikkatini çekmesine sebebiyet verir. Vatan müdafaası, tek başına girişildiğinde beyhude bir mücadele oluyor.
• Bir papağan cinsi olan bakadu’nun tüysüz olan kırmızı yüzü, sinirlendiği zaman maviye döner. Biz insanlar da kızdığımızda bu kadar renk verseydik, herhalde pekçok şiddet olayı başlamadan son bulurdu.
• Bülbül, Doğu ve Batı edebiyatının yüzyıllardır eskimeyen simgesi, şairlerin ilham kaynağıdır. Bülbül-gül benzetmesiyle sanatçılar onu aşkın-âşığın simgesi haline getirmişlerdir. Bir gizli mesajın, belki de farkında bile olunmadan verilen mesajın ayırdına varmamız gerekir: bülbül, âşıktan muhtemelen daha güzel şekilde “sanatçıyı” simgeler. Onun sahip olduğu yaratı, türdeşlerine özgü olanın en güzel şeklidir. Seher vakti, herkes köşesine çekilip sessizliğe garkolduğunda, en güzel ötüşleriyle ötmeye devam eder. Ürkek ve çoğunlukla yalnızdır. Bir benzerini bulmak için uzun uzun “dem çeker”. Sıkıntının huzursuzluğun, kargaşanın içinde yaşayamaz, yaşasa bile o uzun ve güzel ötüşlerini sergileyemez. Bülbül sanatçı kuştur.
• Yırtıcı bir martı türü olan korsan martı, yiyeceklerini öbür kuşlardan kaparak elde eder. Peşine düştüğü kuşları, onların yakaladığı balıkları bırakmaya zorlar. Hayat mücadelesi bütün canlıları acımasızlığa itebiliyor. Ama böyle durumlarda haksızlıklara karşı başkaldırmak bir haysiyet meselesidir. Hayvanlarda bile.
Alp Çetiner