19 Ağustos 2013 Pazartesi

Joker Cemaati'nden: Cibran

Lübnanlı hıristiyan bir anne ona gebe kaldı. Doğduğunda Lübnan ve bütün Ortadoğu sıkıntılı, tarihi bir dönemeçteydi. Fırsatlar ülkesi Amerika’ya göç ettiler. İngilizceyi, sanat icra edebilecek ölçüde iyi öğrendi. Şiirler yazdı, oyunlar kaleme aldı, resim yaptı, heykel yonttu. Asıl kimliğini hiç unutmadı. Verdiği bütün eserler buram buram Doğu koktu, Lübnan koktu.
İsa insandır, dediği için kilise tarafından aforoz edildi. Sadece mektuplarda kalan naif, ışıltılı, muhteşem bir aşk yaşadı.
Dedi ki: Haksızlıklara karşı başkaldırmayan, kendine karşı adaletsizdir.
Dedi ki: Eğer bir kişinin kalbinde yer edebilirsem, kendimi boşuna yaşamamış sayarım.
Dedi ki: Buraya bir söz söylemeye geldim ve onu şimdi söyleyeceğim. Ama eğer ölüm engellerse beni, o söylenecektir Yarın tarafından. Çünkü Yarın, Sonsuzluk'un kitabında hiçbir sır barınmaz. Yaşamaya geldim, sevginin görkeminde ve güzelin ışıltısında; onlar ki yansımalarıdır Tanrı'nın. Buradayım yaşıyorum ve sürgün edilemem yaşam alanından, çünkü diridir sözüm ve ölünce de yaşatacaktır beni. Herkesin yanında ve herkesin uğrunda olmaya geldim ve bugün benim tek başıma yaptıklarım Yarın yankılanacaktır yığınlardan. Şimdi neler söylüyorsam tek yürekten, Yarın söylenecektir binlerce yürek tarafından.
Ve dedi ki:
Vardım
Ve varım
Var olacağım sonuna dek zamanın
Çünkü sonum yoktur benim.

Birşey anlatmaya çalıştı. Filozoftu, ama hep ben şairim, dedi.

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Joker Cemaati'nden: Dağdaki İhtiyar


Hasan Sabbah bir tarikat lideri veya terörist veya devlet adamı veya filozoftur. Onunla ilgili, farklı kaynaklara dayanan iki farklı efsane mevcuttur:
Marco Polo menşeli olan ve dönemin Sünni iktidarlarınca beslenen görüşe göre hikâye şöyledir:
Hasan Sabbah dağın zirvesindeki erişilmez kalesinde lejander bir hayat sürmektedir. Kendisine ölümüne bağlı fedailerinden oluşan bir tarikatı vardır ki bu gözükara fedailer, Hasan Sabbah için Müslüman veya Haçlı idarecilerin canını alırlar. Şeyhleri tarafından afyon içirilip cennet vaadiyle kendilerinden geçirilmekte, hurilerle taltif edilmektedirler. Bu yolla şeyh Hasan Sabbah ile gizemli ve eli kanlı tarikatı, hükümdarların korkulu rüyası  olmuştur.
Alevi ve Şiiler’in kabullerine göreyse hikâye şöyle gelişir:
Hasan Sabbah gelmiş geçmiş en büyük Şii (veya Alevî) önderidir, zalim iktidar sahiplerinin baş düşmanıdır. İyi bir eğitim almış, İsmailî inancının özgürce yaşanması için ömür boyu hizmet vermiştir. Kendisine olmadık iftiralar, hakaretler edilmiş, inançları ve değerleri için canını feda eden müritleri hakir görülmüş, karalanmıştır. Bu müritler şeyhlerine sıkı sıkıya bağlı, haksızlıklara karşı boyun eğmeyen, gerekirse bu uğurda canlarını feda eden kahramanlardır. 12. Yüzyılın çalkantılı siyasal arenasında, Alamut Kalesi’nden adalet dağıtmıştır.

Tartışma götürmeyen bir gerçek var ki, Hasan Sabbah efsanevi bir kişilikti. Batınî – okült öğretisi ile çevresini ve çok sayıdaki müridini etkilemiş, kendisinden sonra da devam eden bir hiyerarşik sistem kurmuştu. Öyle ki, yaşadığı coğrafyada dönemin en etkili siyasal figürü olan Haçlılar içindeki Tapınak Şövalyeleri kendisi ile ilişki içinde olmuştur. Yine Tapınakçılar’ın örgütsel ve okült gelişiminde “dağın şeyhi” lakaplı bu efsanevi karakterin etkisi büyüktür.

16 Ağustos 2013 Cuma

çArşı Diyor Ki:

“Çok olmadığımız kesin. Çok olan tarafta değiliz. Çok olan tarafta olmayacağız. Gidip Almanya’da Türk olacağız. Hollanda’da Surinamlı. Fransa’da Cezayirli. İran’da Azeri. ABD’de zifiri zenci olacağız. İsrail’de Filistinli. Köpeğin karşısında kedi. Kedinin karşısında kuş olacağız. Kuşun karşısında börtü böcek. Hakemler hep karşı takımı tutacak. Ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı. Az kolumuz tarafında, solda olacağız. Bu itirazın ilk şartı. Solda da az olacağız.”



















Joker Cemaati'nden: Uçan Çocuk

Küçücük bir bebekken pencereden uçar gider, perilerle gökyüzünde süzülür. Peter Pan, arkadaşlarıyla birlikte Kaptan Hook ve tayfalarına karşı, kötülere, büyüklere ve büyümeye karşı mücadele verir. Onun dünyasında her şey mümkündür, mucizeler gerçek olur; mutlu çocukların, hiç büyümeyen çocukların dünyasıdır orası.

James Matthew Barrie, küçük yaştayken ağabeyini kaybeder. Bu bunalımı atlatamayan annesi, James’i öldüğünde on üç yaşında olan ağabeyinin yerine koyar. Bu durumun neden olduğu hastalık yüzünden James, ömür boyu “çocuk” kaldı. Silik, pasif; hep hastaydı, boyu on üç yaşında bir çocuğunki kadardı. Karısının kendisini defalarca aldatmasına göz yumdu.


İskoçyalı ufak tefek, hastalıklı, çelimsiz adam, pencereden Ada’nın kasvetli, yağmurlu havasına bakıyor. Peter Pan belinde tahta kılıcı, çocukların dünyasında peri arkadaşları ile birlikte Kaptan Hook’un hakkından gelmek üzere masmavi gökyüzüne doğru süzülüyor.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Joker Cemaati'nden: Tarihi Sevdiren adam

İmparatorluğun son yıllarında dünyaya geldi. İstanbul’da İstanbul’u İstanbullu gibi yaşadı. Tarih öğretmenliği yaptı, yazdı, çok yazdı, Osmanlı’yı hikâye etti. Reşad Ekrem Koçu sayesinde pek çok insan tarihi çok sevdi.

Yeniçerilerin arasında, haremlerde, sarayda, esirlerin dünyasında, meyhanelerde, İstanbul’un kenar mahallelerinde gezdirdi bizi. Günlük hayatın ayrıntılarında kaybolduk; gelenekler, giyim kuşam, sofra adetleri, kabadayı raconu, kibar takımı, köçekler, tarih, yıllar, yıllar, derken, bize çok ama çok benzeyen insanlarla karşılaştık. Bize çok benzeyen insanlar… Çünkü onun için esas olan insandır. Tarih, insanın hikâyesidir.

Çoğu zaman yalnız başınaydı, içine kapalıydı, kendi dünyasında yaşadı. Eşcinsel olduğunu söyleyenler vardır, belki de doğrudur. Öyleyse bile bu gerçek kimliğinin önüne hiç geçmedi.

Pek çok kitap, sayısız makale kaleme aldı. Tek başına öldüğünde, şaheseri İstanbul Ansiklopedisi’nin “g” harfinde kalmıştı.

22 Nisan 2013 Pazartesi

Her Zaman Okuduğunuz Hürriyet'i Şimdi İzleyin

Hürriyet TV şimdi yayında.

Hürriyet TV’yi ziyaret edenler, aradıkları her şeyi artık tek tıkla seyredebilecekler. Hürriyet TV, zengin haber içeriğinin yanı sıra konusunda uzman isimlerle gerçekleştirdiği programlarla da dopdolu.

Hürriyet TV’de Berza Şimşek’ten günün mutlaka görülmesi gereken haberlerini izleyip usta gazeteci Sedat Ergin’den haftanın yorumunu alabilirsiniz. Üstelik gündemin özetini, Metehan Demir, 3 dakikada sizin için yorumluyor.

Burcunuzdaki yeni gelişmeleri merak ettiğinizde ise Susan Miller ile yıldızlara bakabilir, Sebla Kutsal ile dilediğiniz zaman, kültür ve sanat dünyasında keyifli bir yolculuğa çıkabilirsiniz.

Uğur Cebeci ise sivil havacılığın geldiği son noktayı size Kokpit’ten anlatıyor.

Magazinden spora, eğlenceden ekonomiye hepsi ve daha fazlası, sürekli güncellenen Hürriyet TV’de sizi bekliyor.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

20 Nisan 2013 Cumartesi



“Aşktan güçlü bir duygu var mı?”

Elbette Cafer’di bu. Sıkılmış bir ifadeyle çocuğa döndü Süleyman.

“Niçin bir süredir aşk deyip duruyorsun?” dedi.

Niçin her aşk dediğimde konuyu değiştirmeye çalışıyorsun?” dedi çocuk.

“Vardır,” dedi Süleyman. “İman. İman etme duygusu.”

Gülmeye başladı çocuk. “Yahu sen de böyle saçmalar mıydın? İman zaten aşk değil midir?”

Reha Çamuroğlu, "Sultan Selahattin El-Kürdi"

19 Nisan 2013 Cuma

Kelimenin Yolculuğu


Serenus Sammonicus, 208 yılında Roma’da, iyileştirme sanatındaki keşiflerini anlattığı Gizli Konular isimli bir kitap yazdı.

İki imparatorun doktoru, şair ve döneminin en iyi kütüphanesinin sahibi bu adam diğer başka ilaçların yanında, üç günde bir bastıran ateşten kurtulmanın ve ölümü korkutup kaçırmanın şaşmaz yöntemini öneriyordu: göğse bir kelime asmak ve gece gündüz onunla korunmak gerekir.

Bu kelime Abrakadabra’ydı ve Eski İbranca’da şu anlama gelmekteydi:

Ateşini sonsuza yolla.

-E. Galeano, "Ve Günler Yürümeye Başladı"

18 Nisan 2013 Perşembe

Harflerin Büyüsü


Şimdi rahatça oturun, size büyüleyici bir öykü anlatacağım. Büyü, aslında, inanmak istediğimiz şeyden başka nedir ki? Ama ben size sadece gerçeği, saf ve katıksız gerçeği vaat ediyorum, büyüleyici gerçeği…

***

Gerçek anlamıyla bir simgeler dünyasında yaşıyoruz.

Kullandığımız dil, her gün sarfettiğimiz kelimeler, karaladığımız rakamlar, simgeler, harfler bünyelerinde sırlar taşır. Bu sırlar, aslında, kolektif belleğimizin bir yerinde saklı, keşfedilmeyi bekliyordur; zaman üzerini örtmüştür. Onlara ulaşabilmek için biraz eşelememiz yeterlidir aslında; yeter ki isteyelim. Üstelik sonunda erişeceğimiz şey, kışlıklarla kaldırdığımız ceketimizin cebinden bulduğumuz on liradan biraz daha farklı, daha şaşırtıcı…

Büyüleyici birşey.

O zaman haydi eşelemeye başlayalım.

***

Kullandığımız alfabeyi “Latin alfabesi” diye adlandırırız, bu bir açıdan doğru, ama sadece bir açıdan. Bu alfabe son şeklini Roma döneminde aldığı ve bu imparatorluğun resmi dili Latince olduğu için “Latin” olarak adlandırılmıştır. Oysa bilinen kökeni Eski Mısır’a ve Sümerler’e kadar gider.

Kültür tarihi, doğudan batıya doğru bir rüzgâr gibi esmiştir. Bu, harflerin tarihi için de böyledir.

Yazının doğduğu topraklar, bugün Orta ve Yakındoğu olarak adlandırılan coğrafyadır ve bu aynı zamanda tarihin başladığı; dillerin, dinlerin ve medeniyetlerin doğduğu bölgedir. Buradan doğup yayılan diğer herşey gibi yazı da evrilerek batıya intikal etmiştir.

Latin alfabesi de Kenan diyarı, Fenike, Etrüsk, Grek yazılarının nihayet Roma’da aldığı son şeklin adıdır. Bu dil serüveninin izlediği yol büyük ölçüde Ortadoğu ve Küçük Asya, yani bizim şu an üzerinde yaşadığımız topraklardır.

Biz bugün harfler yoluyla sesleri tanımlarız, yani her harf bir sese tekabül eder, ki günümüz alfabelerinin çoğunda bu böyledir. Çin alfabesi gibi Uzakdoğu kökenli olanların çoğundaysa, hiyeroglifte ve çivi yazısında olduğu üzere harfler sesi değil bir kelime veya ses öbeğini, daha doğru bir ifadeyle olguyu simgeler:


 Zİ - (çocuk)   


Bu tür alfabeler zamanla değişime uğrayıp daha işlevsel ve kullanışlı hale gelerek Latin alfabesinde olduğu gibi sesleri simgeler oldular. Bu sayede konuşma dili ile yazı dili birbirine daha da yakınlaştı.

Peki ama bu sesleri simgeleyen yeni harfler nereden geliyordu?

Bu yeni nesil alfabelerde şüphesiz eski karakterler (değişime uğrayarak, sadeleşerek vb.) kullanılageldi. Bir farkla: artık bu karakterler, daha önce neyi simgeliyor idilerse çoğunlukla onun baş harfini simgeler oldular.

İşte işin heyecan verici, hatta büyüleyici yanı da burada başlıyor. Zira bu durum bize bildiğimizi sandığımız şeylerin aslında nereden geldiğini ve nereye dayandığını gösteriyor. Yıllardır duvarımızda asılı duran resmin o güne dek hiç anlamadığımız sırlar barındırması gibi. Oturma odamızın zemininde bir hazinenin saklı durması gibi. Bir ömür üzerinde oturup fark etmiyoruz.

***

A, “alfabe”nin “alfa”sı, aleph, elif… A’yı ters çevirdiğinizde ortaya çıkan şekil bu kelimelerin aslında ne ifade ettikleri konusunda bize ipucu verir. Vermedi mi? O zaman bir de şöyle bakın:
Aleph boğa, öküz demektir. Kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, Mısırlılar’ın, Yahudiler’in, Fenikeliler’in ve Grekler’in kendi dillerinde bu kelimeyi kullandıkları biliniyor. Fenike alfabesinde yukarıdaki şekilde kullanılan harf, Etrüsk ve Grek alfabelerinde bugün kullandığımız şekli almış:



Küçük a’ya dikkat edelim, yan yatmış boğa başını görüyoruz.
Kökeninin bilinmediğini söyledik, ancak Sümerce bize bu konuda fikir verebilir. Sümerce ilk dönem metinlerde (M.Ö. 2500-2000) boğa kelimesi GUD iken, yakın dönemde (M.Ö. 1500’ler):
 (ALPU)
şeklindedir. Bu kelimeyi çok büyük olasılıkla komşularından aldılar, bu dildeki değişimi de açıklar. Günümüzde Sümerologların ittifak ettikleri üzere “Sümerler Türk’tü” diyemesek de, Türkçe ve Türkler ile yakın bağları, belki bir çeşit komşuluk ilişkisinin olduğu açıktır. İki dil arasındaki diğer benzerlikler bunu destekler. Türkçe’nin eski kelimelerinden, yiğit, bahadır, kahraman anlamındaki alp, yani benim adım, M.Ö. 1500 yıllarına ait Sümerce metinlerde karşımıza alpu olarak çıkıyor. Bu bağı kurmak kesinlikle zor veya zorlama değil, çünkü Gılgamış Destanı’nda olduğu gibi eski metinlerde geçtiği şekliyle boğa, her zaman gücü, kudreti, dayanıklılığı ve yiğitliği çağrıştırmıştır. Boğa gibi, koç gibi, arslan gibi… Zira eskiçağ tarım toplumlarının en büyük yardımcısı, en önemli ihtiyacı, ilk evcil hayvanlardan olan bu güçlü hayvan olmuştur.

Bu sayede öğreniyoruz ki alp de, (Arap elifbasındaki harfin şeklinin zarafeti çağrıştırmasından ötürü isim olarak kullanılan) elif de, köken itibarı ile “öküz/boğa” demektir!

***

B, Beta, bida, beth, beyt… Tümü ve benzerleri, “ev” anlamına gelmektedir. Hz. İsa’nın doğduğu Filistin’deki Beytüllahim’in İbranca’sı olan Bethelem ekmek (veya rızık) evi anlamına gelir ve Beytullah, “Allah’ın evi” anlamında, Kâbe için kullanılır. Kelimenin etimolojik kökenini, yani ana kaynağını bilmiyoruz ama B harfinin arkaik şeklinin, Latin alfabesinin ilk prototipini oluşturup kullanan Fenikeliler’den önce Mısırlılar’ca kullanıldığını biliyoruz:

Açık kapısıyla bir ev… Zaman içinde B şeklini alarak, iki katlı bir eve dönüşmüş...Ya da Eski Mısır’daki ismiyle “eb”e. Böylelikle dilimizdeki “ev” kelimesinin de kökenini öğrenmiş oluyoruz!

***

C ve G, Gamma, gim, gimel, cim…

Yahudiler’in dili olan İbranca ile Arapça Sami dilleridir ve yakın akrabadırlar, hatta İbranca Arapça’dan daha eskidir. Gerek Yahudiler’e özgü bir din olan Musevilik’in yapısı ve çok eskilere dayanan yazılı kutsal metinleri, gerekse din kaynaklı heterojen –dışa kapalı- toplum yapıları, dillerinin yüzyıllarca bozulmadan, neredeyse değişime bile uğramadan “müzelik” bir şekilde korunmasına yol açmıştır. Bu sayede İbranca, dilbilimciler için semantik ve etimolojik laboratuvar görevi görmüştür.

Bu yöndeki araştırmalar bize dilin ve alfabelerin yüzyıllar içindeki serüveni, kelimelerin o toplumdan bu topluma gerek değişime uğrayarak, gerekse tıpatıp aynı kalarak savruluşu konusunda fikir verir. Bu bizim o bölgenin, toplumların, medeniyetlerin nasıl değiştiğini, ne yönde evrildiğini de anlamamıza yardımcı olur. Birbiriyle çatışan, savaşan, ticaret yapan, kız alıp veren toplumlar dillerini, kelimelerini de alıp verir.

Temenni sizce hangi dile ait bir kelimedir? Türkçe? Arapça? Farsça?.. Temenni Sümerce’dir. Bunun gibi soğan, sarımsak, yumurta, bal, balak… Nereden geldiğini hiç bilmeden ve düşünmeden kullandığımız bu kelimelerin pek çoğunun kökeni Sümerler’e kadar gitmektedir. İşte dilbilim araştırmaları da sadece dilleri değil, kültürümüzü, tarihimizi, toplumumuzu, özümüzü anlamamıza yardımcı olur.

Bu doğrultuda İbranca gibi “müzelik” bir dil sayesinde bunların izini sürmek mümkündür.

İbranca şekliyle gimelin Arapça cemel ile arasındaki benzerlikten de anlayacağımız üzere, C harfi de G harfi de adını “deve”den alır!
***
D, delta, dalda, dalet, dal… Bir kapıdır…

E, epsilon… Ellerini havaya kaldırmış bir insandır…

F, digamma… Bir kancadır…

H, heta, het, he… Bir duvar veya çittir…

İ ve I, iota, yadu, yoth… Yukarıya uzanmış bir kol veya havaya kalkmış bir yumruktur…

K, kappa, kap, kaf… Parmakları açık bir eldir…

L, lambda, lamed, lam… Çobanın koyun güderken kullandığı sopasıdır, bir âsâdır…

M, mu, mem, mim… Sudaki dalga…

N, nahas, nu, nun… Bir yılandır…

O, omikron, ayin, eye… Bize bakan bir gözdür.

P, ro, pe… Profilden görünen bir insan yüzü, açık bir ağızdır…

Q, koppa, kof… Mısırlılar için filin dişi, Fenikeliler içinse maymundur…

R, res, ra… Ona iyi bakın, o Ramses’tir; P’den farklı olarak uzanan kuyruk, Ramses’in sivri sakalıdır…

S, sigma, sin… Savaşçının ve avcının yayıdır…

Ş, şın… Mısırlılar için insan dişidir…

T, teta, tav, te… Bir çeşit imza, X işaretidir…

U ve V, upsilon, vav… Mızraklardır…

Ve Z, zeta, zayin, za…

Bir kılıçtır…

25 Mart 2013 Pazartesi

Joker Cemaati'nden: Kemalettin Tuğcu


Sakat çocuk, camdan dışarıda oynayan çocukları seyrediyor. Onlara katılamıyor, orada olamıyor. Çanakkale sırtları düşman gemilerince bombalanırken de böyle seyretmek zorunda kalacaktır.

Okula gitmedi, hiç ders almadı. Babasının kütüphanesindeki kitaplardan kendisine kocaman bir dünya yarattı. On üç yaşında yazmaya başladı ve bu büyüleyici dünyadan, 300’den fazla roman çıktı. Çeviri yapabilecek ölçüde–yine kendi kendine- Fransızca öğrendi.

Doksan dört yaşında ölene dek, içinde o küçük çocuk saklı kaldı. 

Camdan, dışarıdakileri seyreden sakat çocuk.

22 Mart 2013 Cuma

Joker Cemaati'nden: Yıkanmak İstemeyen Çocuk


Kayzer, gezisi öncesinde, tebaasının temiz-pak olmasını istediğini gideceği yerlere önden haber salar. Zorla yıkanmak istemeyen çocuklar annelerine direnir. Anne kayzerin hışmından korkar, oysa çocuğun umurunda değildir. Çocuk kraldan korkmaz. Çocuk, kralı umursamaz. Çocuk oyunun kurallarını bilmez.

Çocuk, gördüklerine şaşıran varlıktır. Bulutlara şaşırır, arabalara şaşırır, önünden geçen kediye şaşırır. Etrafını inceler, tuhaf bulur, anlamaya çalışır, yadırgar, sever veya korkar. Şu hayatın aslında ne kadar şaşırtıcı olduğunun farkında olandır çocuk. İskambil kâğıtlarına dışarıdan bakan joker. Büyük oyuna alışmaya başladığında şaşırma yetisini de yitirir. Yıkanmak isteyen çocuk olur.

Kimileri büyüse de şaşırmaya, yadırgamaya, anlamaya çalışmaya devam eder. Nasıl ayakta duruyoruz? Neden uyuyoruz? Neden uçamıyoruz? Kuşlar, uçaklar nasıl uçuyor? Balıklar nasıl yüzüyor? Ay neden dünyaya düşmüyor? Ekmek nasıl pişiyor? Süt nasıl oluyor? Arılar balı nasıl yapıyor? Deniz neden mavi?
Çocuk dünyaya, kurallara, düzene adapte olmaya zorlanır. Hayatı bizim anladığımız gibi anlamaları gerektiği salık verilir.

Başka türlü olması mümkün mü? Kurallar değişebilir mi? Yeni kurallar konulabilir mi? Yeniden başlanabilir mi?

Çocuk sahilde kumdan kaleler yapıyor. Denize o kadar yakın oturuyor ki, deniz her defasında kalesini yıkıyor. O hep baştan başlıyor. Babası gülerek uyarıyor çocuğu, “deniz yine yıkacak kaleni, biraz daha uzakta yapsana”. Çocuk umursamıyor: “Ben kalemin yerini değiştirmeyeceğim, Tanrı denizini geri çeksin”.[1]

Çocuk farklı düşünür.



[1] Hasan Sabbah’a atfedilir.

10 Mart 2013 Pazar

Kelime Hırsızları

Zamanımızın sözlüğüne göre, artık hisseler kıssadan değil, borsadan alınıyor ve en iyileri, borsada en çok kazananlar; borsa da değer krizlerinin gerçekleştiği sahne.

Pazar artık birilerinin meyve ya da sebze sattığı o karmaşık yer değil. Şimdi Pazar, sonsuz olduğunu söyleyen, bizi gözetleyip cezalandıran, yüzü olmayan, korku salan bir efendi. Yorumcuları haber veriyor: Pazar tedirgin. Ve uyarıyorlar: Pazarı öfkelendirmemek lazım.

Uluslararası toplum büyük bankerlerin ve savaş şeflerinin adı. Onların yardım planları kendi boğdukları ülkelere kurşun geçirmez yelekler satıyor, barış görevlileriyse ölüleri barıştırıyor.

Birleşik Devletler'de Saldırı Bakanlığı'na Savunma Bakanlığı deniyor ve dünyaya yağdırılan füze yağmurlarına insani amaçlı bombardıman diyorlar.

Bir duvarda birinin herkese yazdığını okuyorum: "Sesim ağrıyor."

Eduardo Galeano, "Zamanın Ağızları"

Joker Cemaati'nden: Bekri Mustafa Hazret Olmuş!



Mustafa, IV. Murad devrinde yaşadı. Aslen hafız olduğu ve hali vakti yerinde bir aileye mensup bulunduğu söylenir. Genç yaşta içmeye başladı ve içkinin şiddetle yasaklandığı bir devirde sabah-akşam non-stop içerek Bekri lakabı ile taltif edildi. Daha yaşadığı devirde fıkraları dilden dile dolanır oldu.


Devrinin yasak delicisi oldu; asesbaşına kafa tuttu, bostancıbaşına kafa tuttu, sultana kafa tuttu ve hepsinin de sevgi ve muhabbetine mazhar oldu. Öyle ki, sonunda IV. Murad’ın nedimleri arasında yer aldı.

Birgün belediyenin tesadüfen bulduğu mezar taşında Bekri Mustafa Babaibaresinin görülmesi üzerine, bu ihtiram ifadesi kendisi için yeterli görülmemiş olacak ki, sonuna bir de “hazret” eklenip mezarı türbe yapıldı.

Abdulkadir Emeksiz, Bir İstanbul Kahramanı Bekri Mustafa adlı eserinde şöyle diyor: Bekri Mustafa’nın bu düzen içerisindeki yeri neresidir? Bekri Mustafa, ne düzene uyar ne de düzeni yıkar. O, bentleri yıkmadan kendi mecrasında akar.