30 Aralık 2011 Cuma

İllüminati: Teoriler, Görüşler; Bir Genel Bakış




Hikaye Babil’de başlıyor. Harut ile Marut bize büyü sanatını öğretiyor. Bu iki melek vasıtasıyla insanoğlu büyü ile tanışıyor. Başka bir evrenin veya farklı boyutların canlıları olan cinlerle temas kuruluyor.

Bu Babil öğretisi “Süleyman’ın hazinesi”nin en değerli parçası oluyor. Süleyman, Kudüs’te kendi adına yaptırdığı tapınakta bu hazineyi muhafaza ediyor. Süleyman gibi hayırlı bir elde hazineye dönüşen bu öğreti, Kudüs’ün Haçlılar’ca işgalinin ardından Tapınak Şövalyeleri’nin eline geçiyor.

Babil’e efsanevi kuleyi ve bahçelerini, Mısır’a piramitleri ve muhteşem tapınakları yaptıran; Süleyman’a cinlere hükmetmeyi, rüzgarı boyunduruğu altına almayı, hayvanların dilinden anlamayı ve onlarla konuşmayı öğreten ve göz kamaştırıcı bir krallık kazandıran öğreti, Tapınakçılar’ın ve onların da aralarında bulunduğu gizli teşkilatların elinde, şeytani planlarını gerçekleştirmek için kullandıkları bir silah haline geliyor. Araçları zaman içinde amaçları oluyor; bütün bu gücün kaynağı olarak gördükleri İblis’e tapar oluyorlar.

Bin yıllık zaman dilimi içerisinde gelişip genişleyen ve dallara ayrılan bu uluslar arası gizli teşkilat, Tapınakçılar, Hospitalierler, mason locaları, Gül ve Haç Kardeşliği, İllüminati ve Kurukafa & Kemik Teşkilatı gibi giderek aynı çatı altında birleşen farklı oluşumlar ile kendilerine has yöntemlerle dünyayı yönetmeye başlıyorlar.

Büyük bir gizlilik içinde, dünyanın her köşesini ve hemen herkesi kontrolleri altına alacak güce erişiyorlar. Örgütlenmeleri bir piramit şeklinde; en tepede Horus’un “her şeyi gören gözü” ile sembolize ettikleri ve büyük bir sır olarak sakladıkları bir cin mi, yoksa İblis’in kendisi mi bilinmeyen yöneticileri bulunuyor.

Hemen herkesi izleyebiliyorlar, hemen her şeyden haberdarlar. Yüzlerce yıllık planlarla dünyayı yönetiyorlar. Belki dünyanın bilinen bütün parasal varlığı kadar büyük bir ekonomik güce sahipler (teşkilatın en tepesindeki yönetici elitler, “en zenginler” klasmanının dışında ve hepsinden zengin ailelere mensuplar). Sahip olduğumuz menkul tarihi eserler ve sanat eserleri, onların gizli hazinelerine dâhil bulunanlar yanında belki sadece birer gölge. Hz. İsa soyunun devamı saydıkları kişileri (Merovinyanlar) bir kutsal hazine gibi muhafaza ediyorlar. Çağ kapatıp açıyorlar, ülkeleri yönetip lider atıyorlar, devrimler yapıyorlar. Deprem, tsunami gibi doğal afetler gerçekleştiriyorlar. Çevre felaketleri, salgınlar, hastalıklar üretebiliyorlar. İklimlerle oynuyorlar. Tarım ve hayvancılıkta kullanılanlarından şampuan ve diş macunlarına, medikal ilaçlardan su şebekelerinde kullanılanlara kadar istedikleri şekilde kullanabildikleri kimyasallara sahipler. İnsanların zihinlerini kontrol edebiliyorlar. Toplumlarda huzursuzluk ve karmaşa ile korku ve paranoya hissi uyandırıyorlar. Bütün bir eğlence sektörü, filmler, çizgi filmler, müzik ve spor dünyası, mimari gibi yöntemlerle kitleleri etkileyip yönlendiriyorlar. Hipnotize edici etkisiyle televizyonu kullanıyorlar.

Simgelerle konuşuyorlar. “Milenyum” ile birlikte, doruğuna çıktıkları gücü gizlemeye gerek duymaksızın her yerde varlıklarını hissettiriyorlar. Filmler, klipler, sanat eserleri, banknotlar, kitaplar, afişler, binalar, şehirler onların simgeleriyle dolu.

Orbus unum: Kendi şeytani dinlerinin, kendi dillerinin (İngilizce!) hakim olduğu tek bir totaliter dünya devleti için çalışıyorlar.

Novus ordo seclorum: Kendi kurallarının geçerli olduğu bir “yeni dünya düzeni” belirliyorlar.

Ordo ab chao: Teşkilatlarına mensup olmuş en ünlü ve etkili düşünürlerden Hegel’in diyalektik kuramına (tez – antitez – sentez) bağlı olarak tarihi “yazıyorlar”. Kriz ve karmaşa çıkarıp, bu kriz ve karmaşanın içinden kendi menfaatlerine uygun bir düzen husule getiriyorlar. Fransız Devrimi ve peşinden gelen milliyetçi devrimlerle kendi düzenlerine aykırı imparatorlukları deviriyorlar. Komünizm, faşizm gibi kendi belirledikleri ideoloji ve ideologlarla siyaseti yönlendiriyorlar. 1929 Krizi gibi büyük ekonomik krizler yaratıyorlar. Bundan hem çok büyük maddi kazanç sağlıyorlar, hem de ekonomi ve siyaset arenasını kendi istedikleri gibi yönlendiriyorlar. Dünya savaşlarını tetikliyor ve tarafları finanse ediyorlar, böylece haritaları istedikleri gibi şekillendirip silah endüstrisiyle servetlerine servet katıyorlar. Pearl Harbour’lar, Körfez savaşları, medeniyetler çatışması, İkiz Kuleler’e saldırılar, Afganistan ve Irak işgalleri, Arap Bahar’ları, deli dana, kuş gribi, domuz gribi gibi suni hastalıklar ve benzeri pek çok güncel/tarihsel olay ve olgu, bu düsturun hayata geçirilmesinden başka bir şey değil. Bluebeam teknolojisi gibi yöntemlerle sanal bir UFO/uzaylı istilası, Empire States binasının İkiz Kuleler gibi yıkılması, virüs salgınları, et yiyen mikroorganizmalar, canlanan cesetler (zombiler!), hatta bir III. Dünya Savaşı, şimdiden sinyalini verdikleri kaos hareketleri.

Zion: Siyonist ideallerin nihai hedefi olarak, belki bir III. Dünya Savaşı sonrası, yani dünya nüfusunu önemli ölçüde azalttıktan sonra, sadece kendi inananlarından oluşan, (vaat edilmiş!) Kudüs merkezli bir dünya devleti kurmayı amaçlıyorlar.

Cinlerle sürekli temas halindeler ve belki onlar tarafından yönetiliyorlar. Okült gizli ayinler düzenledikleri biliniyor. Ve bunların içinde bakirelerin, küçük çocukların şeytana kurban olarak sunulduğu kanlı ayinler de bulunuyor.

Tarih boyunca sansasyonel pek çok cinayetin sorumlusu durumundalar: Rudolf Valentino, Marilyn Monroe, J. F. Kennedy ve ailesi, James Dean, John Lennon, Jimi Hendrix,Prenses Diana, Kurt Cobain, Anna Nicole Smith, Michael Jackson, Heath Ledger,  Tupac ve Amy Winehouse bunlardan birkaçı. Kimi ölümsüz kılınma uğruna kurban ediliyor, kimi de teşkilattan ayrılmak istedikleri ve/veya fazla konuşup açıklanmaması gereken sırları ifşa ettikleri için öldürülüyorlar.

Tanrılık iddiasındalar ve tanrı gibi davranıyorlar; belki, Olimpos gibi eski çağların tanrılar oligarşisini hayata geçirmek düşüncesindeler. Ama insanlar ve her insan gibi zaafları ve korkuları var.

Sırlarının gerekenden fazlasının bilinmesinden korkuyorlar. Sadece “aydınlanmışlara” özel bilgilerin başka ellere geçmesinden korkuyorlar.

Birlik’ten korkuyorlar. İnsanların bir araya gelip birlik olması düşüncesinden korkuyorlar. Kendilerine karşı bilinçli bir hareket oluşmasından, politikalarının protesto edilmesinden, şirketlerinin zarar etmesinden, akaryakıtlarının alınmamasından, alternatif enerji kaynaklarının kullanılmasından, kolalarının içilmemesinden, bankalarının kullanılmamasından, boykotlardan korkuyorlar. Grevlerden korkuyorlar.

Uluslar arası çıkarları doğrultusunda planlarını bozan, tekerlerine çomak sokan cesur politikacılardan korkuyorlar. Kendi kontrolleri dışında kitleleri arkalarından sürükleyecek liderlerden korkuyorlar.

Kitlelerin kaliteli eğitiminden bilinçlenmesinden korkuyorlar. Düşünen ve sorgulayan bireylerin kendileri için teşkil ettiği tehlikenin farkındalar.

Ahlak anlayışlarının her türünden ve bunları destekleyen dinlerden korkuyorlar. Tanrı inancından ve inançla hareket eden insanlardan korkuyorlar. Daha ahlaklı ve samimi bir şekilde inanan toplumların kendilerine tehdit oluşturacağını biliyorlar.

18 Aralık 2011 Pazar

Ne denli ilerlersem ilerleyeyim, asla bir kesin doğruya, bir son amaca ve zorlayıcı hiçbir başlangıç ilkesine varamıyorum. Ama aynı zamanda bu sonu gelmeyen gidişi de kabul edemiyorum. Çünkü birşeyler yapmam gerekiyor; dolayısıyla bir karar almak, bir tercih yapmak ve o tercihi yaparken bir postülata dayandığını kabul etmek zorundayım. 


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-

2 Aralık 2011 Cuma

Yedi yüzyıl önce derin bir vadiden yedi beyaz güvercin yükselip dağın karla kaplı doruğuna doğru uçtular. Bu uçuşu seyreden yedi adamdan birisi, "Yedinci güvercinin kanadının üstünde siyah bir nokta gördüm" dedi.
Bugün o vadideki insanlar karlı dağın doruğuna uçan yedi siyah güvercini anlatırlar.

-Halil Cibran-

Back to the Future-2

Bu da aynı dizinin ikincisi:

Back to the Future

Fotoğraf sanatçısı Irina Werning'in güzel mi, eğlenceli mi, hüzünlü mü yoksa hepsi birden mi karar veremediğim dizi çalışması. Tıklayın, görün...