22 Nisan 2013 Pazartesi

Her Zaman Okuduğunuz Hürriyet'i Şimdi İzleyin

Hürriyet TV şimdi yayında.

Hürriyet TV’yi ziyaret edenler, aradıkları her şeyi artık tek tıkla seyredebilecekler. Hürriyet TV, zengin haber içeriğinin yanı sıra konusunda uzman isimlerle gerçekleştirdiği programlarla da dopdolu.

Hürriyet TV’de Berza Şimşek’ten günün mutlaka görülmesi gereken haberlerini izleyip usta gazeteci Sedat Ergin’den haftanın yorumunu alabilirsiniz. Üstelik gündemin özetini, Metehan Demir, 3 dakikada sizin için yorumluyor.

Burcunuzdaki yeni gelişmeleri merak ettiğinizde ise Susan Miller ile yıldızlara bakabilir, Sebla Kutsal ile dilediğiniz zaman, kültür ve sanat dünyasında keyifli bir yolculuğa çıkabilirsiniz.

Uğur Cebeci ise sivil havacılığın geldiği son noktayı size Kokpit’ten anlatıyor.

Magazinden spora, eğlenceden ekonomiye hepsi ve daha fazlası, sürekli güncellenen Hürriyet TV’de sizi bekliyor.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

20 Nisan 2013 Cumartesi



“Aşktan güçlü bir duygu var mı?”

Elbette Cafer’di bu. Sıkılmış bir ifadeyle çocuğa döndü Süleyman.

“Niçin bir süredir aşk deyip duruyorsun?” dedi.

Niçin her aşk dediğimde konuyu değiştirmeye çalışıyorsun?” dedi çocuk.

“Vardır,” dedi Süleyman. “İman. İman etme duygusu.”

Gülmeye başladı çocuk. “Yahu sen de böyle saçmalar mıydın? İman zaten aşk değil midir?”

Reha Çamuroğlu, "Sultan Selahattin El-Kürdi"

19 Nisan 2013 Cuma

Kelimenin Yolculuğu


Serenus Sammonicus, 208 yılında Roma’da, iyileştirme sanatındaki keşiflerini anlattığı Gizli Konular isimli bir kitap yazdı.

İki imparatorun doktoru, şair ve döneminin en iyi kütüphanesinin sahibi bu adam diğer başka ilaçların yanında, üç günde bir bastıran ateşten kurtulmanın ve ölümü korkutup kaçırmanın şaşmaz yöntemini öneriyordu: göğse bir kelime asmak ve gece gündüz onunla korunmak gerekir.

Bu kelime Abrakadabra’ydı ve Eski İbranca’da şu anlama gelmekteydi:

Ateşini sonsuza yolla.

-E. Galeano, "Ve Günler Yürümeye Başladı"

18 Nisan 2013 Perşembe

Harflerin Büyüsü


Şimdi rahatça oturun, size büyüleyici bir öykü anlatacağım. Büyü, aslında, inanmak istediğimiz şeyden başka nedir ki? Ama ben size sadece gerçeği, saf ve katıksız gerçeği vaat ediyorum, büyüleyici gerçeği…

***

Gerçek anlamıyla bir simgeler dünyasında yaşıyoruz.

Kullandığımız dil, her gün sarfettiğimiz kelimeler, karaladığımız rakamlar, simgeler, harfler bünyelerinde sırlar taşır. Bu sırlar, aslında, kolektif belleğimizin bir yerinde saklı, keşfedilmeyi bekliyordur; zaman üzerini örtmüştür. Onlara ulaşabilmek için biraz eşelememiz yeterlidir aslında; yeter ki isteyelim. Üstelik sonunda erişeceğimiz şey, kışlıklarla kaldırdığımız ceketimizin cebinden bulduğumuz on liradan biraz daha farklı, daha şaşırtıcı…

Büyüleyici birşey.

O zaman haydi eşelemeye başlayalım.

***

Kullandığımız alfabeyi “Latin alfabesi” diye adlandırırız, bu bir açıdan doğru, ama sadece bir açıdan. Bu alfabe son şeklini Roma döneminde aldığı ve bu imparatorluğun resmi dili Latince olduğu için “Latin” olarak adlandırılmıştır. Oysa bilinen kökeni Eski Mısır’a ve Sümerler’e kadar gider.

Kültür tarihi, doğudan batıya doğru bir rüzgâr gibi esmiştir. Bu, harflerin tarihi için de böyledir.

Yazının doğduğu topraklar, bugün Orta ve Yakındoğu olarak adlandırılan coğrafyadır ve bu aynı zamanda tarihin başladığı; dillerin, dinlerin ve medeniyetlerin doğduğu bölgedir. Buradan doğup yayılan diğer herşey gibi yazı da evrilerek batıya intikal etmiştir.

Latin alfabesi de Kenan diyarı, Fenike, Etrüsk, Grek yazılarının nihayet Roma’da aldığı son şeklin adıdır. Bu dil serüveninin izlediği yol büyük ölçüde Ortadoğu ve Küçük Asya, yani bizim şu an üzerinde yaşadığımız topraklardır.

Biz bugün harfler yoluyla sesleri tanımlarız, yani her harf bir sese tekabül eder, ki günümüz alfabelerinin çoğunda bu böyledir. Çin alfabesi gibi Uzakdoğu kökenli olanların çoğundaysa, hiyeroglifte ve çivi yazısında olduğu üzere harfler sesi değil bir kelime veya ses öbeğini, daha doğru bir ifadeyle olguyu simgeler:


 Zİ - (çocuk)   


Bu tür alfabeler zamanla değişime uğrayıp daha işlevsel ve kullanışlı hale gelerek Latin alfabesinde olduğu gibi sesleri simgeler oldular. Bu sayede konuşma dili ile yazı dili birbirine daha da yakınlaştı.

Peki ama bu sesleri simgeleyen yeni harfler nereden geliyordu?

Bu yeni nesil alfabelerde şüphesiz eski karakterler (değişime uğrayarak, sadeleşerek vb.) kullanılageldi. Bir farkla: artık bu karakterler, daha önce neyi simgeliyor idilerse çoğunlukla onun baş harfini simgeler oldular.

İşte işin heyecan verici, hatta büyüleyici yanı da burada başlıyor. Zira bu durum bize bildiğimizi sandığımız şeylerin aslında nereden geldiğini ve nereye dayandığını gösteriyor. Yıllardır duvarımızda asılı duran resmin o güne dek hiç anlamadığımız sırlar barındırması gibi. Oturma odamızın zemininde bir hazinenin saklı durması gibi. Bir ömür üzerinde oturup fark etmiyoruz.

***

A, “alfabe”nin “alfa”sı, aleph, elif… A’yı ters çevirdiğinizde ortaya çıkan şekil bu kelimelerin aslında ne ifade ettikleri konusunda bize ipucu verir. Vermedi mi? O zaman bir de şöyle bakın:
Aleph boğa, öküz demektir. Kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, Mısırlılar’ın, Yahudiler’in, Fenikeliler’in ve Grekler’in kendi dillerinde bu kelimeyi kullandıkları biliniyor. Fenike alfabesinde yukarıdaki şekilde kullanılan harf, Etrüsk ve Grek alfabelerinde bugün kullandığımız şekli almış:



Küçük a’ya dikkat edelim, yan yatmış boğa başını görüyoruz.
Kökeninin bilinmediğini söyledik, ancak Sümerce bize bu konuda fikir verebilir. Sümerce ilk dönem metinlerde (M.Ö. 2500-2000) boğa kelimesi GUD iken, yakın dönemde (M.Ö. 1500’ler):
 (ALPU)
şeklindedir. Bu kelimeyi çok büyük olasılıkla komşularından aldılar, bu dildeki değişimi de açıklar. Günümüzde Sümerologların ittifak ettikleri üzere “Sümerler Türk’tü” diyemesek de, Türkçe ve Türkler ile yakın bağları, belki bir çeşit komşuluk ilişkisinin olduğu açıktır. İki dil arasındaki diğer benzerlikler bunu destekler. Türkçe’nin eski kelimelerinden, yiğit, bahadır, kahraman anlamındaki alp, yani benim adım, M.Ö. 1500 yıllarına ait Sümerce metinlerde karşımıza alpu olarak çıkıyor. Bu bağı kurmak kesinlikle zor veya zorlama değil, çünkü Gılgamış Destanı’nda olduğu gibi eski metinlerde geçtiği şekliyle boğa, her zaman gücü, kudreti, dayanıklılığı ve yiğitliği çağrıştırmıştır. Boğa gibi, koç gibi, arslan gibi… Zira eskiçağ tarım toplumlarının en büyük yardımcısı, en önemli ihtiyacı, ilk evcil hayvanlardan olan bu güçlü hayvan olmuştur.

Bu sayede öğreniyoruz ki alp de, (Arap elifbasındaki harfin şeklinin zarafeti çağrıştırmasından ötürü isim olarak kullanılan) elif de, köken itibarı ile “öküz/boğa” demektir!

***

B, Beta, bida, beth, beyt… Tümü ve benzerleri, “ev” anlamına gelmektedir. Hz. İsa’nın doğduğu Filistin’deki Beytüllahim’in İbranca’sı olan Bethelem ekmek (veya rızık) evi anlamına gelir ve Beytullah, “Allah’ın evi” anlamında, Kâbe için kullanılır. Kelimenin etimolojik kökenini, yani ana kaynağını bilmiyoruz ama B harfinin arkaik şeklinin, Latin alfabesinin ilk prototipini oluşturup kullanan Fenikeliler’den önce Mısırlılar’ca kullanıldığını biliyoruz:

Açık kapısıyla bir ev… Zaman içinde B şeklini alarak, iki katlı bir eve dönüşmüş...Ya da Eski Mısır’daki ismiyle “eb”e. Böylelikle dilimizdeki “ev” kelimesinin de kökenini öğrenmiş oluyoruz!

***

C ve G, Gamma, gim, gimel, cim…

Yahudiler’in dili olan İbranca ile Arapça Sami dilleridir ve yakın akrabadırlar, hatta İbranca Arapça’dan daha eskidir. Gerek Yahudiler’e özgü bir din olan Musevilik’in yapısı ve çok eskilere dayanan yazılı kutsal metinleri, gerekse din kaynaklı heterojen –dışa kapalı- toplum yapıları, dillerinin yüzyıllarca bozulmadan, neredeyse değişime bile uğramadan “müzelik” bir şekilde korunmasına yol açmıştır. Bu sayede İbranca, dilbilimciler için semantik ve etimolojik laboratuvar görevi görmüştür.

Bu yöndeki araştırmalar bize dilin ve alfabelerin yüzyıllar içindeki serüveni, kelimelerin o toplumdan bu topluma gerek değişime uğrayarak, gerekse tıpatıp aynı kalarak savruluşu konusunda fikir verir. Bu bizim o bölgenin, toplumların, medeniyetlerin nasıl değiştiğini, ne yönde evrildiğini de anlamamıza yardımcı olur. Birbiriyle çatışan, savaşan, ticaret yapan, kız alıp veren toplumlar dillerini, kelimelerini de alıp verir.

Temenni sizce hangi dile ait bir kelimedir? Türkçe? Arapça? Farsça?.. Temenni Sümerce’dir. Bunun gibi soğan, sarımsak, yumurta, bal, balak… Nereden geldiğini hiç bilmeden ve düşünmeden kullandığımız bu kelimelerin pek çoğunun kökeni Sümerler’e kadar gitmektedir. İşte dilbilim araştırmaları da sadece dilleri değil, kültürümüzü, tarihimizi, toplumumuzu, özümüzü anlamamıza yardımcı olur.

Bu doğrultuda İbranca gibi “müzelik” bir dil sayesinde bunların izini sürmek mümkündür.

İbranca şekliyle gimelin Arapça cemel ile arasındaki benzerlikten de anlayacağımız üzere, C harfi de G harfi de adını “deve”den alır!
***
D, delta, dalda, dalet, dal… Bir kapıdır…

E, epsilon… Ellerini havaya kaldırmış bir insandır…

F, digamma… Bir kancadır…

H, heta, het, he… Bir duvar veya çittir…

İ ve I, iota, yadu, yoth… Yukarıya uzanmış bir kol veya havaya kalkmış bir yumruktur…

K, kappa, kap, kaf… Parmakları açık bir eldir…

L, lambda, lamed, lam… Çobanın koyun güderken kullandığı sopasıdır, bir âsâdır…

M, mu, mem, mim… Sudaki dalga…

N, nahas, nu, nun… Bir yılandır…

O, omikron, ayin, eye… Bize bakan bir gözdür.

P, ro, pe… Profilden görünen bir insan yüzü, açık bir ağızdır…

Q, koppa, kof… Mısırlılar için filin dişi, Fenikeliler içinse maymundur…

R, res, ra… Ona iyi bakın, o Ramses’tir; P’den farklı olarak uzanan kuyruk, Ramses’in sivri sakalıdır…

S, sigma, sin… Savaşçının ve avcının yayıdır…

Ş, şın… Mısırlılar için insan dişidir…

T, teta, tav, te… Bir çeşit imza, X işaretidir…

U ve V, upsilon, vav… Mızraklardır…

Ve Z, zeta, zayin, za…

Bir kılıçtır…