Şimdi rahatça oturun, size büyüleyici bir öykü anlatacağım.
Büyü, aslında, inanmak istediğimiz şeyden başka nedir ki? Ama ben size sadece
gerçeği, saf ve katıksız gerçeği vaat ediyorum, büyüleyici gerçeği…
***
Gerçek anlamıyla bir simgeler
dünyasında yaşıyoruz.
Kullandığımız dil, her gün sarfettiğimiz kelimeler,
karaladığımız rakamlar, simgeler, harfler bünyelerinde sırlar taşır. Bu sırlar,
aslında, kolektif belleğimizin bir yerinde saklı, keşfedilmeyi bekliyordur;
zaman üzerini örtmüştür. Onlara ulaşabilmek için biraz eşelememiz yeterlidir
aslında; yeter ki isteyelim. Üstelik sonunda erişeceğimiz şey, kışlıklarla
kaldırdığımız ceketimizin cebinden bulduğumuz on liradan biraz daha farklı,
daha şaşırtıcı…
Büyüleyici birşey.
O zaman haydi eşelemeye başlayalım.
***
Kullandığımız alfabeyi “Latin alfabesi” diye adlandırırız,
bu bir açıdan doğru, ama sadece bir açıdan. Bu alfabe son şeklini Roma
döneminde aldığı ve bu imparatorluğun resmi dili Latince olduğu için “Latin”
olarak adlandırılmıştır. Oysa bilinen kökeni Eski Mısır’a ve Sümerler’e kadar
gider.
Kültür tarihi, doğudan batıya doğru bir rüzgâr gibi
esmiştir. Bu, harflerin tarihi için de böyledir.
Yazının doğduğu topraklar, bugün Orta ve Yakındoğu olarak
adlandırılan coğrafyadır ve bu aynı zamanda tarihin başladığı; dillerin,
dinlerin ve medeniyetlerin doğduğu bölgedir. Buradan doğup yayılan diğer herşey
gibi yazı da evrilerek batıya intikal etmiştir.
Latin alfabesi de Kenan diyarı, Fenike, Etrüsk, Grek
yazılarının nihayet Roma’da aldığı son şeklin adıdır. Bu dil serüveninin
izlediği yol büyük ölçüde Ortadoğu ve Küçük Asya, yani bizim şu an üzerinde
yaşadığımız topraklardır.
Biz bugün harfler yoluyla sesleri tanımlarız, yani her harf
bir sese tekabül eder, ki günümüz alfabelerinin çoğunda bu böyledir. Çin
alfabesi gibi Uzakdoğu kökenli olanların çoğundaysa, hiyeroglifte ve çivi
yazısında olduğu üzere harfler sesi değil bir kelime veya ses öbeğini, daha
doğru bir ifadeyle olguyu simgeler:
Bu tür alfabeler zamanla değişime uğrayıp daha işlevsel ve
kullanışlı hale gelerek Latin alfabesinde olduğu gibi sesleri simgeler oldular.
Bu sayede konuşma dili ile yazı dili birbirine daha da yakınlaştı.
Peki ama bu sesleri simgeleyen yeni harfler nereden
geliyordu?
Bu yeni nesil alfabelerde şüphesiz eski karakterler
(değişime uğrayarak, sadeleşerek vb.) kullanılageldi. Bir farkla: artık bu
karakterler, daha önce neyi simgeliyor idilerse çoğunlukla onun baş harfini
simgeler oldular.
İşte işin heyecan verici, hatta büyüleyici yanı da burada
başlıyor. Zira bu durum bize bildiğimizi sandığımız şeylerin aslında nereden
geldiğini ve nereye dayandığını gösteriyor. Yıllardır duvarımızda asılı duran
resmin o güne dek hiç anlamadığımız sırlar barındırması gibi. Oturma odamızın
zemininde bir hazinenin saklı durması gibi. Bir ömür üzerinde oturup fark
etmiyoruz.
***
A, “alfabe”nin “alfa”sı, aleph, elif… A’yı ters
çevirdiğinizde ortaya çıkan şekil bu kelimelerin aslında ne ifade ettikleri
konusunda bize ipucu verir. Vermedi mi? O zaman bir de şöyle bakın:
Aleph boğa, öküz demektir. Kökeni tam olarak bilinmemekle
birlikte, Mısırlılar’ın, Yahudiler’in, Fenikeliler’in ve Grekler’in kendi
dillerinde bu kelimeyi kullandıkları biliniyor. Fenike alfabesinde yukarıdaki
şekilde kullanılan harf, Etrüsk ve Grek alfabelerinde bugün kullandığımız şekli
almış:
Küçük a’ya dikkat edelim, yan yatmış boğa başını görüyoruz.
Kökeninin bilinmediğini söyledik, ancak Sümerce bize bu
konuda fikir verebilir. Sümerce ilk dönem metinlerde (M.Ö. 2500-2000) boğa
kelimesi GUD iken, yakın dönemde (M.Ö. 1500’ler):
şeklindedir. Bu kelimeyi çok büyük olasılıkla komşularından
aldılar, bu dildeki değişimi de açıklar. Günümüzde Sümerologların ittifak
ettikleri üzere “Sümerler Türk’tü” diyemesek de, Türkçe ve Türkler ile yakın
bağları, belki bir çeşit komşuluk ilişkisinin olduğu açıktır. İki dil
arasındaki diğer benzerlikler bunu destekler. Türkçe’nin eski kelimelerinden,
yiğit, bahadır, kahraman anlamındaki alp,
yani benim adım, M.Ö. 1500 yıllarına ait Sümerce metinlerde karşımıza alpu olarak çıkıyor. Bu bağı kurmak
kesinlikle zor veya zorlama değil, çünkü Gılgamış Destanı’nda olduğu gibi eski
metinlerde geçtiği şekliyle boğa, her zaman gücü, kudreti, dayanıklılığı ve
yiğitliği çağrıştırmıştır. Boğa gibi, koç
gibi, arslan gibi… Zira eskiçağ tarım toplumlarının en büyük yardımcısı, en
önemli ihtiyacı, ilk evcil hayvanlardan olan bu güçlü hayvan olmuştur.
Bu sayede öğreniyoruz ki alp de, (Arap elifbasındaki
harfin şeklinin zarafeti çağrıştırmasından ötürü isim olarak kullanılan) elif de,
köken itibarı ile “öküz/boğa” demektir!
***
B, Beta, bida, beth, beyt… Tümü ve benzerleri, “ev” anlamına
gelmektedir. Hz. İsa’nın doğduğu Filistin’deki Beytüllahim’in İbranca’sı olan Bethelem ekmek (veya rızık) evi anlamına
gelir ve Beytullah, “Allah’ın evi”
anlamında, Kâbe için kullanılır. Kelimenin etimolojik kökenini, yani ana
kaynağını bilmiyoruz ama B harfinin arkaik şeklinin, Latin alfabesinin ilk
prototipini oluşturup kullanan Fenikeliler’den önce Mısırlılar’ca kullanıldığını
biliyoruz:
Açık kapısıyla bir ev… Zaman içinde B şeklini alarak, iki katlı bir eve dönüşmüş...Ya da Eski Mısır’daki ismiyle “eb”e. Böylelikle dilimizdeki “ev” kelimesinin de kökenini öğrenmiş
oluyoruz!
***
C ve G, Gamma, gim, gimel, cim…
Yahudiler’in dili olan İbranca ile Arapça Sami dilleridir ve yakın akrabadırlar,
hatta İbranca Arapça’dan daha eskidir. Gerek Yahudiler’e özgü bir din olan
Musevilik’in yapısı ve çok eskilere dayanan yazılı kutsal metinleri, gerekse
din kaynaklı heterojen –dışa kapalı- toplum yapıları, dillerinin yüzyıllarca
bozulmadan, neredeyse değişime bile uğramadan “müzelik” bir şekilde korunmasına
yol açmıştır. Bu sayede İbranca, dilbilimciler için semantik ve etimolojik
laboratuvar görevi görmüştür.
Bu yöndeki araştırmalar bize dilin ve alfabelerin yüzyıllar
içindeki serüveni, kelimelerin o toplumdan bu topluma gerek değişime uğrayarak,
gerekse tıpatıp aynı kalarak savruluşu konusunda fikir verir. Bu bizim o
bölgenin, toplumların, medeniyetlerin nasıl değiştiğini, ne yönde evrildiğini de
anlamamıza yardımcı olur. Birbiriyle çatışan, savaşan, ticaret yapan, kız alıp
veren toplumlar dillerini, kelimelerini de alıp verir.
Temenni sizce
hangi dile ait bir kelimedir? Türkçe? Arapça? Farsça?.. Temenni Sümerce’dir.
Bunun gibi soğan, sarımsak, yumurta, bal,
balak… Nereden geldiğini hiç bilmeden ve düşünmeden kullandığımız bu
kelimelerin pek çoğunun kökeni Sümerler’e kadar gitmektedir. İşte dilbilim
araştırmaları da sadece dilleri değil, kültürümüzü, tarihimizi, toplumumuzu,
özümüzü anlamamıza yardımcı olur.
Bu doğrultuda İbranca gibi “müzelik” bir dil sayesinde
bunların izini sürmek mümkündür.
İbranca şekliyle gimelin
Arapça cemel ile arasındaki
benzerlikten de anlayacağımız üzere, C harfi de G harfi de adını “deve”den alır!
***
D, delta, dalda, dalet, dal… Bir kapıdır…
E, epsilon… Ellerini havaya kaldırmış bir insandır…
F, digamma… Bir kancadır…
H, heta, het, he… Bir duvar veya çittir…
İ ve I, iota, yadu, yoth… Yukarıya uzanmış bir kol veya
havaya kalkmış bir yumruktur…
K, kappa, kap, kaf… Parmakları açık bir eldir…
L, lambda, lamed, lam… Çobanın koyun güderken kullandığı
sopasıdır, bir âsâdır…
M, mu, mem, mim… Sudaki dalga…
N, nahas, nu, nun… Bir yılandır…
O, omikron, ayin, eye… Bize bakan bir gözdür.
P, ro, pe… Profilden görünen bir insan yüzü, açık bir
ağızdır…
Q, koppa, kof… Mısırlılar için filin dişi, Fenikeliler
içinse maymundur…
R, res, ra… Ona iyi bakın, o Ramses’tir; P’den farklı olarak
uzanan kuyruk, Ramses’in sivri sakalıdır…
S, sigma, sin… Savaşçının ve avcının yayıdır…
Ş, şın… Mısırlılar için insan dişidir…
T, teta, tav, te… Bir çeşit imza, X işaretidir…
U ve V, upsilon, vav… Mızraklardır…
Ve Z, zeta, zayin, za…
Bir kılıçtır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder