28 Şubat 2010 Pazar

Yabancı Bir Gezegendeki Tuhaf Canlılar

Dostum;

Ben bu Evren’de bizden başka akıllı canlıların yaşadığına inanıyorum.

Birgün şayet iyi niyetli olanları ziyaretimize gelirse, ben de bütün iyi niyetimle onlara mihmandarlık etmeyi bir borç bilirim. Kurduğumuz şehirleri gezdiririm. Kültür varlıklarımızı, selüloz dünyamızı, kitaplarımızı anlatırım. Mimarimizi, heykellerimizi gösteririm. İnsanlık tarihimizin en güzel görsellerini, resimleri, fotoğrafları; hayal dünyamızı, edebiyatımızı, şiirlerimizi açıklarım onlara.

Sizin gezegeninize ulaşamadık ama kendi kafamızda her gün yenidünyalar yarattık, derim.

Belki teknolojide yetişemeyiz onlara; duyguda, estetikte, kültürde çağlar boyu ne yol kat etmişsek hepsini sayar dökerim. İnternet paylaşımlarımızı, bilgi havuzlarımızı, dev uluslararası ansiklopedilerimizi görüşlerine sunarım.

Nelere, ne için ibadet ettiğimizi anlatmaya çalışırım.

Doğanın binbir rengini, o güzel renklere verdiğimiz adları tarif ederim: yavru ağzı, çingene pembesi, kahve rengi, kirli sarı, cam göbeği, kan kırmızı, gece mavisi, turuncu...

Siyah ve lacivertin kızıllığı örtmeye başladığı dakikalarda, gün batımında, onlarla birlikte kendi gezegenlerini bulmaya çalışırım. Hilalin, yıldızların, uçuş uçuş mukavves bulutların arasında gözlerimiz dolaşır. İşte, derim, sizin aşıp geldiğiniz atmosferin ötesi; buradan, böyle muhteşem görünür. Sizin oraları bilmem ama burada, başını göğe kaldırıp bakmasını bilenler ibadet etmek için yeni deliller bulur, derim.

Karla, yağmurla tanıştırırım onları. Yağmurda ıslanmanın, karlı havada gezip oynamanın keyfini layıkıyla anlatabilirsem eğer, bunların basit atmosfer olayları olmadığını anlarlar belki.

Dostum, kokuları tanıtırdım onlara. Koku melekesinin mucizesini... Çiçek kokularını, ağaç kokularını, yağmur sonrası toprak kokusunu, güneşli bir bayram sabahı neşeli çocukların kokularını, tarçınlı çörek kokusunu; damak zevkimize uygun bütün, bütün leziz yemeklerin kokularını tasvir etmeye çalışırım.

Yemek kültürümüzden, lezzetlerden söz ederim.

Müzik dinletirim onlara. Chopin’den bir pasaj, Korsakov veya Rachmaninov’an bir süit; ne bileyim, Hint müziğinden, tasavvuf müziğinden taksimler dinletirim. Biz insan türü garibiz, derim; birimizin sevdiğini diğeri sevmiyor. Ella Fitzgerald’ı, Ayla Dikmen’i, Çocuk Gözler’i dinletirim.

Kavgalarımızdan, savaşlarımızdan bahsederim. Kendi kendimizi nasıl yiyip tükettiğimizden... Doğanın renkleriyle birlikte birbirimizi de nasıl kirlettiğimizden... Onların dünyasında da böyle midir?

İnsanlardan bahsederim onlara. Bebekleri gösteririm önce, “insan yavruları”nı. Sonra ihtiyarları gösteririm. Sizin gezegeninizde de hayat bu kadar kısa mı, diye sorarım. İnsan gülüşüyle tanıştırırım, gözyaşına dokundururum tenlerini, sevişmekten, ten uyumundan söz ederim. Biz dost insanlar tokalaşırız, derim, ellerimiz birbirine değer.

Dostum, onlara öpüşürüz, derim. Dudaklarımızı değdirir öperiz derim. Öpmek bizim için en güzel dokunuştur, derim.

Sevmelerimizden, sevilmelerimizden bahsederim onlara. Güzel dostum, onlara senden bahsederim. İnsan türünün iki cinsi var, derim. Herne kadar dünyamızda bu türe örnek oluşturabilecek mükemmel insanlar varsa da, dostum, derim ki onlara, onu bir görmelisiniz... Seni söylerim, bir görmelisiniz onu, derim. İnsan türüne, kadın cinsine bir örnek, derim. Hepimizin ayakları, elleri var; ama bir de onunkileri görün, derim. Hepimiz iki ayak üzerinde yürürüz, ama onun yürüyüşüne de bir bakın, derim. Hepimiz şu iki gözle görürüz, ama onun gözleri nasıl da ışıl ışıl parlar... Ne olur, ne olur onun gözlerini de bir görün, derim. Gülüşüne bakın, derim; nasıl cıvıl cıvıl, sizin de içinizi ısıtmadı mı, diye sorarım onlara. Teninin kokusu, sesinin tınısı bir başkadır; yüzüne bakmaya, sesini duymaya doyulmaz, derim.

Aziz dostum, siz de sevebilir misiniz, derim. Sevince siz de böyle olur musunuz...

Dostum...

Yabancı bir gezegendeki tuhaf canlılarız biz. Evren’i sizin gibi gezip göremiyorsak, daha kendi içimizdeki dünyayı bile keşfedememiş olmamızdandır, derim onlara.

Dostum, aziz dostum, güzel dostum; daha birbirimizi bile keşfedememiş olmamızdandır, doyasıya kucaklaşamamamızdandır, derim.

Alp Çetiner

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder