Orada,
kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş,
lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik. Mûsa ona dedi ki: "Sana öğretilenden
bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen şartıyla sana tâbi olayım mı?"
Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın. Havsalanın almadığı
bir şeye nasıl dayanacaksın?" Mûsa dedi ki: "Allah dilerse beni
sabırlı bulacaksın; hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim." Dedi: "Bak,
eğer bana uyarsan, ben sana kendisinden bahis açıncaya değin hiçbir şey
hakkında bana soru sorma!" İkisi birlikte yola koyuldular. Bir süre sonra
gemiye bindiklerinde, tuttu gemiyi deliverdi. Mûsa dedi: "İçindekileri
boğmak için mi deldin onu? Vallahi korkunç bir iş yaptın!" Dedi: "Ben
söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın!" Mûsa dedi:
"Unuttuğum için beni azarlama; bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk
çıkarma." Yine yola koyuldular. Bir
süre sonra bir oğlana rastgeldiler; tuttu onu öldürdü. Mûsa dedi:
"Tertemiz bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha!? Vallahi
çok kötü bir iş yaptın!" Dedi: "Ben sana söylemedim mi, sen benimle
beraberliğe asla dayanamazsın." Mûsa dedi ki: "Eğer bundan sonra sana
bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Vallahi, öyle bir durumda benden
ayrılmakta mazur sayılacaksın." Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir
kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten
çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir duvara rastladılar; genç adam tuttu
onu onardı. Mûsa "İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette
alırdın." dedi. Dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramın ayrılmasıdır.
Şimdi sana, tahammül edemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim. Gemiden
başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu kusurlu
hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir kral vardı; tüm gemilere
zorla el koyuyordu. Oğlan çocuğa gelince: Onun anası-babası inanmış kişilerdi.
Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk. Diledik ki, Rableri
onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha gelişmişini versin. Ve
duvar. Duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait bir
define vardı. Oğlanların babası da hayır ve barış seven bir kimse olarak
yaşamıştı. Rabbin istedi ki, o çocuklar ergenliklerine ulaşsınlar da Rabbinden
bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendi buyruğumun sonucu
olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin içyüzü
budur." (Kehf Suresi, 65-82)[1]
Kur’an’da
adı geçmemekle birlikte, bu kıssanın Hızır’a ait olduğu kabul edilegeldi. Bu
kabule göre Hızır Musa peygamberle konuştu, Musevi kaynaklarında aynı kıssa
İlya ile haham Yeşua arasında geçer. Gılgamış destanında Utnapiştim’in
maceraları Hızır’ınkiyle benzerlik gösterir. Yunan mitolojisindeki Glaukos
(Yeşil), Hızır’ın (hadr=yeşil) neredeyse aynısıdır. Âb-ı Hayat’tan içtiği için
ölümsüzlüğe erdi, bastığı yer yeşerir. Gayb bilgisine, sırra vakıftır.
Derken
onu Zülkarneyn’in veziri olarak görürüz. Bir başka efsane, Büyük İskender’in Âb-ı
Hayat’ı bulan aşçısı Andreas’ı aynı kimliğe bürür. İslam’da Cercis,
Hıristiyanlıkta Aziz Georgios ve Musevilikte Elijah ile benzerlik gösterir.
Tevrat’ta kıssası geçen İlyas veya Elyesa ile aynı kişi olduğu varsayıldığı
gibi, neredeyse aynı işleri yaparlar. Bundan ötürü birlikte hareket ettikleri
de düşünüldü, Hızır denizlerde, İlyas karada yardıma koşar. Anadolu kültüründeki
Hıdrellez (Hızır-İlyas) bu inançtan
başka bir şey değildir.
O
belki bütün bu hikâye ve efsanelerdeki kişilerin halk tahayyülündeki karışımı,
bir hayali süper kahraman, belki bir
ölümsüz –veya çok uzun ömürlü bir fani-, belki de bir zaman gezginidir. Tarih boyunca o kadar çok karakter onunla
karşılaştığını iddia etmiştir ki, Hızır’ın gerçekte var olduğu düşünülmüştür
hep.
Tasavvuf
düşüncesinde Hızır önemli bir yer tutar, mutasavvıflar için o mürşittir,
öğreten adamdır. Ahmed Yesevî, Yûnus Emre ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den
başlayarak hemen bütün mutasavvıf şairler Hızır’ı mürşid-i kâmil olarak
yorumlamışlardır. İbn-ül Arabi onunla
görüştüğünü ve ondan hırka giydiğini belirtir. Ahmed Yesevî de Hızır’la görüştüğünü, onun
kendisine yardım edip elinden tuttuğunu, otuz bir yaşında iken kendisine mey içirdiğini
ve vücudundan Azâzîl’i kovduğunu söyler. Yunus Emre, Hızır’ın İlyas ile
birlikte Âb-ı Hayat içerek ölümsüzlüğe eriştiğini belirtir ve Hızır’ın sakalık
yapacağından söz eder.
Hızır Âb-ı hayatı bulmuş, bu sudan içmiş ve
ölümsüzlüğün sırrına ermiştir. Darda kalan insanların imdadına yetişerek
onları sıkıntıdan kurtarır. “Hızır gibi imdada yetişmek”, “Kul sıkışmayınca
Hızır yetişmez” gibi deyimler bu inançla ilgilidir. Hızır’ın hastalara şifa verdiğine
de inanılır. Ayrıca kimya ilmine vâkıftır ve defineler hakkında bilgisi
vardır… Gerçeklerle mitler, hayaller, destanlar birbirine
karışmıştır onunla ilgili. İnsan mı, cin mi, melek mi, gerçekten var oldu mu,
yüzyıllardır tartışılagelmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder