22 Ocak 2012 Pazar

Joker Cemaatinden: Hızır


Orada, kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan bir ilim öğretmiştik. Mûsa ona dedi ki: "Sana öğretilenden bana da bir olgunluk/bir bilgi öğretmen şartıyla sana tâbi olayım mı?" Dedi: "Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın. Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?" Mûsa dedi ki: "Allah dilerse beni sabırlı bulacaksın; hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim." Dedi: "Bak, eğer bana uyarsan, ben sana kendisinden bahis açıncaya değin hiçbir şey hakkında bana soru sorma!" İkisi birlikte yola koyuldular. Bir süre sonra gemiye bindiklerinde, tuttu gemiyi deliverdi. Mûsa dedi: "İçindekileri boğmak için mi deldin onu? Vallahi korkunç bir iş yaptın!" Dedi: "Ben söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın!" Mûsa dedi: "Unuttuğum için beni azarlama; bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk çıkarma."  Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir oğlana rastgeldiler; tuttu onu öldürdü. Mûsa dedi: "Tertemiz bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha!? Vallahi çok kötü bir iş yaptın!" Dedi: "Ben sana söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın." Mûsa dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Vallahi, öyle bir durumda benden ayrılmakta mazur sayılacaksın." Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir duvara rastladılar; genç adam tuttu onu onardı. Mûsa "İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın." dedi. Dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramın ayrılmasıdır. Şimdi sana, tahammül edemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim. Gemiden başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir kral vardı; tüm gemilere zorla el koyuyordu. Oğlan çocuğa gelince: Onun anası-babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk. Diledik ki, Rableri onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha gelişmişini versin. Ve duvar. Duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait bir define vardı. Oğlanların babası da hayır ve barış seven bir kimse olarak yaşamıştı. Rabbin istedi ki, o çocuklar ergenliklerine ulaşsınlar da Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendi buyruğumun sonucu olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin içyüzü budur." (Kehf Suresi, 65-82)[1]
Kur’an’da adı geçmemekle birlikte, bu kıssanın Hızır’a ait olduğu kabul edilegeldi. Bu kabule göre Hızır Musa peygamberle konuştu, Musevi kaynaklarında aynı kıssa İlya ile haham Yeşua arasında geçer. Gılgamış destanında Utnapiştim’in maceraları Hızır’ınkiyle benzerlik gösterir. Yunan mitolojisindeki Glaukos (Yeşil), Hızır’ın (hadr=yeşil) neredeyse aynısıdır. Âb-ı Hayat’tan içtiği için ölümsüzlüğe erdi, bastığı yer yeşerir. Gayb bilgisine, sırra vakıftır.
Derken onu Zülkarneyn’in veziri olarak görürüz. Bir başka efsane, Büyük İskender’in Âb-ı Hayat’ı bulan aşçısı Andreas’ı aynı kimliğe bürür. İslam’da Cercis, Hıristiyanlıkta Aziz Georgios ve Musevilikte Elijah ile benzerlik gösterir. Tevrat’ta kıssası geçen İlyas veya Elyesa ile aynı kişi olduğu varsayıldığı gibi, neredeyse aynı işleri yaparlar. Bundan ötürü birlikte hareket ettikleri de düşünüldü, Hızır denizlerde, İlyas karada yardıma koşar. Anadolu kültüründeki Hıdrellez (Hızır-İlyas) bu inançtan başka bir şey değildir.
O belki bütün bu hikâye ve efsanelerdeki kişilerin halk tahayyülündeki karışımı, bir hayali süper kahraman, belki bir ölümsüz –veya çok uzun ömürlü bir fani-, belki de bir zaman gezginidir. Tarih boyunca o kadar çok karakter onunla karşılaştığını iddia etmiştir ki, Hızır’ın gerçekte var olduğu düşünülmüştür hep.
Tasavvuf düşüncesinde Hızır önemli bir yer tutar, mutasavvıflar için o mürşittir, öğreten adamdır. Ahmed Yesevî, Yûnus Emre ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den başlayarak hemen bütün mutasavvıf şairler Hızır’ı mürşid-i kâmil olarak yorumlamışlardır. İbn-ül Arabi onunla görüştüğünü ve ondan hırka giydiğini belirtir. Ahmed Yesevî de Hızır’la görüştüğünü, onun kendisine yardım edip elinden tuttuğu­nu, otuz bir yaşında iken kendisine mey içirdiğini ve vücudundan Azâzîl’i kovduğunu söyler. Yunus Emre, Hızır’ın İlyas ile birlikte Âb-ı Hayat içerek ölümsüz­lüğe eriştiğini belirtir ve Hızır’ın sakalık yapacağından söz eder.
Hızır Âb-ı hayatı bulmuş, bu sudan içmiş ve ölümsüzlü­ğün sırrına ermiştir. Darda kalan insan­ların imdadına yetişerek onları sıkıntıdan kurtarır. “Hızır gibi imdada yetişmek”, “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” gibi de­yimler bu inançla ilgilidir. Hızır’ın hasta­lara şifa verdiğine de inanılır. Ayrıca kim­ya ilmine vâkıftır ve defineler hakkında bilgisi vardır… Gerçeklerle mitler, hayaller, destanlar birbirine karışmıştır onunla ilgili. İnsan mı, cin mi, melek mi, gerçekten var oldu mu, yüzyıllardır tartışılagelmiştir.


[1] Kur’an-ı Kerim Meali, Yaşar Nuri Öztürk, Yeni Boyut Y., İst., 2000.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder